T.C. Mİllî Eğİtİm BakanlIğI
ANTALYA / DÖŞEMEALTI - Yusuf Ziya Öner Fen Lisesi

Kompozisyon Yarışmamız Sona Erdi

Öğrencimiz 10-A sınıfından ÜLKÜ SEZER 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı kapsamında okulumuzda yapılan Kompozisyon Yarışması’nda Birincililiğe layık görüldü.

9-B den ÇAĞAN TAYLAN ÖZGÜR 2. olurken 9-B den ALEYNA SU ÖZDAL 3. olmuştur.

1. Olan Kompozisyon:

 

Görünen Tek Işık: Mavi

Umutsuzluğun doruğunda, Mayıs'ın 19'unda, bir umut meşalesi yandı Samsun dolaylarında...

Kıyı şeridi İtalyanlar, Antep, Maraş Fransızlar, Musul kapısına dayanmış İngilizler....

Eşini Balkan Harbi'nde, oğullarını Çanakkale'de vatana kurban etmiş, yüreği kan ağlayan analar...

Siz ne düşünüyorsunuz? Diyor musunuz ki, Türk milleti yakılıp yıkılmış küllerinden doğmayı hep bilmiş, niçin tekrar savaşmıyor?

Yusuf'u görmeyenler, Züleyha'yı ayıplamışlardı ya, biz de tam oradayız. Ben, sen, o "biz".

Doğduğumuzdan beri savaş görmedik. Belki birçoğumuz Çanakkale'ye hiç gitmedik. Çanakkale'nin tarih kokan havası işlemedi ciğerlerimize... Önceki nesiller, belki orada oynarlarken kemik parçaları buldular. En azından onu bildiler. Bir mezarlarının dahi olmadığını, ne kadar çok şehit verdiğimizi gördüler. Biz? Peki biz, "Ey Türk Gençliği", Türkiye Cumhuriyet'inin yegane koruyucuları, sözlerim bana, sana, ona, hepimize: Biz hissedebiliyor muyuz harap olmuş Anadolu ruhunu? Yakılıp yıkılmış, yok olmuş şehirleri, Türk bayrağını dahi göremediğimiz sokakları, bir "annenin" cephaneler ıslanmasın diye "çocuğunu" buz gibi havada battaniyesiz bırakışını, oğlum dönerse diye ördüğü bir çift çorabı Mehmedimin ayağı üşümesin diye verdiğini, bir askerin düşmana karşı süngüyle yürürken "vatan sağ oldun" diye haykırışını duyuyor musunuz?

Ama hayır, bizim gözümüz kör, kulaklarımız sağır, dilsiziz. İstiklal Marşımızı okumuyoruz. İsviçreli bir adamın bile "İstiklal Marşı, Türklerin bağımsızlık mücadelesinin sonucudur." deyip tüm salonu İstiklal Marşı'nı okurken ayağa kaldırmasına karşın susuyoruz. Bazıları diyor ki: "Vatan, millet, Sakarya bitti. Siz kendinizi kurtarın. Sizi sadece vücudu bir çeneden ibaret insanlardan, yaşam amacını kaybetmiş toplumdan, benliğinden uzaklaşmış gençlikten kurtarıyorum. Onları, kendilerini var edenleri unutmamaları ve geleceği nasıl inşa edeceklerini öğretmemiz için bir zaman makinesine bindiriyorum. Yerinizi aldıysanız, hazırlıklar tamamsa başlıyoruz. Sene 1919, Mayıs'ın 19'una doğru yola çıkıyoruz.

Samsun Limanı... Bandırma Vapurunda sarı saçlı, mavi gözlü bir adam. Evet, şimdi biz de vapura binelim. Nereye mi? Mustafa Kemal'in yanına tabii ki de. Tam olması gerektiği yerdeyiz.

Biraz zamanda ilerledik; gittiğimiz, gördüğümüz yerlerde durum içler acısı. Yakılıp yıkılan sokaklar, gülmeyi unutmuş çocuklar, nasıl anlatayım size, renkleri kaybolmuş bir Anadolu. Geçen gün bir eve misafir olduk, bir hanımefendi açtı kapıyı. Adettendir ya, eve gelen misafir Tanrı misafiridir, ne varsa en güzeli misafire ikram edilir. Ne varsa dedim ya size, şaşırtıcıdır ki, o gün olmayan bir şeyin dahi ikram edilebileceğini gördüm. Artık olmayan şeyler üzerine ikramlaşıyoruz.

Konuştuk biraz, hanımefendinin eşi Rus Harbi'nde, iki oğlu Hicaz-Yemen'de vatana kurban olmuş. O evde babasıyla kalıyormuş, onu da yaşlı olduğu için askere almamışlar zaten. Bulunduğu köyün durumunu sorduk. Yetim çocuklar, yaşlılar... Kalan son hayvanlarını da düşmanın zorla aldığı, gözlerinden yaşam pırıltısı alınmış kadınlar... Derin, uçsuz bucaksız umutsuzluk...

Eğitim durumu mu? Sormadık, daha doğrusu sormaya dilimiz varmadı. 15'inde askere gidip geri dönmedikleri için mezun veremeyen liseler aklımıza geldi. Biz de umutsuzluğa düştük biliyor musunuz? Türk Gençliği de inanmadı Anadolu halkının tekrar bir savaşa girip galip gelebileceğine.

Ama o; yorgunluktan harap olmuş bedeni, uykusuzluktan morarmış gözlerine rağmen savaşın siyah beyaz dünyasında zafer ışığını, rengini kaybetmeyen mavi gözleriyle yansıtan tek kişi... Kim mi o, tarihin gördüğü büyükler, İskenderler, Napolyonlar, Washingtonlar arasında 20. yüzyılın en büyük lideri: Mustafa Kemal.

Yaşlılık, artık bazı düzenlerimizin belirli olduğu, yeni fikirlere açık olmadığımız, dogmatik düşünceler dünyasında kaybolduğumuz zaman dilimidir. Peki ya gençlik, deli cesaretinde olduğumuz, araştırmaya, ideallerimiz uğruna savaşmaya en müsait olduğumuz zaman dilimidir. Yani Atatürk'ü anlayabilmemiz, anlatabilmemiz, Atatürk'ü yaşayabilmemiz için en uygun zaman dilimi gençliktir. Evet, hepimizin zaman makinesi yok ama Atatürk'ü anlayabilmemiz için zaman makinesine ihtiyacımız da yok. Az önce benim gördüğüm Atatürk'ü anlattım size. Belki onu siz görmediniz ama hepiniz onun gözlerindeki ışığı, vatan sevgisini görebildiniz, değil mi? Aslında siz Atatürk'ü gördünüz, gözlerinizle değil, kalp gözünüzle... Ve biliyor musunuz, kalp gözünüzden yansıyan ışık daha fazladır. Eğer o ışıkla okur, yazar, çalışırsanız, en önemlisi bunu ne için yaptığınızı bilirseniz, işte o zaman Atatürk'ü tam olarak hissedersiniz.

Hiçbir başarıya çiçekli yollardan gitmiyoruz; zorlanacak, yıpranacak, güçsüz kalacağız ama bu yolda durmak yasak. Peki nereden güç toplayacağız biz?

Lütfen yine kalbinizi kullanın. Bu sefer duymak için... Siz de yıllar öncesinden bize seslenen Atatürk'le nerede olursanız olun bağırın yazdıklarımı.

Hadi tüm Türk Gençliği, beraber söyleyelim:

"EY TÜRK GENÇLİĞİ, MUHTAÇ OLDUĞUN KUDRET DAMARLARINDAKİ ASİL KANDA MEVCUTTUR."

Paylaş Facebook  Paylaş twitter  Paylaş google  Paylaş linkedin
Yayın: 18.05.2023 - Güncelleme: 18.05.2023 23:44 - Görüntülenme: 98
  Beğen | 0  kişi beğendi